NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ عُمَرَ
بْنِ عَلِيٍّ
الْمُقَدَّمِيُّ
قَالَ
حَدَّثَنَا
أَشْعَثُ
بْنُ عَبْدِ
اللَّهِ
يَعْنِي
السِّجِسْتَانِيَّ
ح و
حَدَّثَنَا
ابْنُ
بَشَّارٍ
قَالَ حَدَّثَنَا
ابْنُ أَبِي
عَدِيٍّ
وَهَذَا
لَفْظُهُ ح و
حَدَّثَنَا
الْحَسَنُ
بْنُ عَلِيٍّ
قَالَ
حَدَّثَنَا
وَهْبُ بْنُ
جَرِيرٍ عَنْ
شُعْبَةَ
عَنْ أَبِي
بِشْرٍ عَنْ
سَعِيدِ بْنِ
جُبَيْرٍ عَنْ
ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ
كَانَتْ
الْمَرْأَةُ
تَكُونُ
مِقْلَاتًا
فَتَجْعَلُ
عَلَى نَفْسِهَا
إِنْ عَاشَ
لَهَا وَلَدٌ
أَنْ تُهَوِّدَهُ
فَلَمَّا
أُجْلِيَتْ
بَنُو النَّضِيرِ
كَانَ فِيهِمْ
مِنْ
أَبْنَاءِ
الْأَنْصَارِ
فَقَالُوا
لَا نَدَعُ
أَبْنَاءَنَا
فَأَنْزَلَ
اللَّهُ
عَزَّ
وَجَلَّ لَا
إِكْرَاهَ فِي
الدِّينِ
قَدْ
تَبَيَّنَ
الرُّشْدُ
مِنْ الْغَيِّ
قَالَ
أَبُو دَاوُد
الْمِقْلَاتُ
الَّتِي لَا
يَعِيشُ
لَهَا وَلَدٌ
İbn-i Abbas (r.a.)'den demiştir ki:
(İslam'dan önce) çocuğu
yaşamayan (bir) kadın çocuğu yaşadığı takdirde onu yahudi
olarak yetiştireceğine dair adakta bulunurdu. İçlerinde Ensar
çocukları da bulunan (yahudilerden) Nâdir oğulları
(Medine'den) sürgün edilince (Ensâr);
"Biz çocuklarımızı
bırakmayız, dediler. Bunun üzerine Azız ve Celîl olan
Allah;
"Dinde zorlama
yoktur. Gerçek hak, bâtıldan iyice ayrılmıştır...”[Bakara 256] ayet-i
(kerimesi)ni indirdi.
Ebû Dâvûd dedi ki; Miklât, çocuğu yaşamayan kadın demektir.
İzah:
Metinde geçen âyet-i
kerîmenin iniş sebebi hakkında çeşitli rivayetlerden birine göre; İslâm'dan
önce çocuğu yaşamayan ensâr kadınları, çocuğu olduğu
takdirde onu yahûdîler arasında yetiştirip yahûdî yapacaklarını adarlardı. Çünkü Yahudileri, din
bakımından kendilerinden üstün görürlerdi. Böylece bazı ensar
çocukları, yahûdîler arasında büyümüş ve yahûdî olmuşlardı. İslam gelip de yahudilerden,
Nadır oğullan yurtlarından sürülünce Ensarlılar: "Biz çocuklarımızın onlarla beraber
gitmesine izin vermeyiz" dediler ve çocuklarını müslüman
olmaya zorlamak istediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. Nitekim mevzûmuzu teşkil eden hadis-i şerifte de bu rivayete yer
verilmiştir.
Diğer bir rivayete göre
ise bu âyet yine ensârın bir kolu olan Salim b. Avf oğullarından el-Husayn
hakkında inmiştir.
Bu zâtın iki oğlu
vardı. Bunlar Şam'dan Medine'ye kuru üzüm götüren iki tüccarın telkiniyle hristiyan olmuşlardı. Bu çocuklar da o tüccarla beraber
Şam'a gitmek isteyince babaları, bunları zorla İslama
sokmak istedi ve Allah'ın Rasûlünden, arkadan adam
gönderip bunları İslama döndürmesini rica etti.
Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.
Bu iniş sebeplerine
dayanarak bazı müfessirler bu ayetin ancak kitap ehlinden olan kimselerin müslüman olmaya zorlanamayacakları görüşünü ileri sürmüşlerdir. Bâzılarına göre de âyet önce
bütün insanlara şâmil olmak üzere inmiş, sonra kıtal âyetiyle müşriklerle olan
ilişkisi neshedilmiş ve hükmü yalnız kitap ehline
ilişkin olmak üzere baki kalmıştı.
Şöyle ki Ehl-i kitap cizye vermeyi kabul etmeleri halinde dinleri
üzerinde bırakılırlar. İslama girmeleri için
zorlanmazlar. Fakat arap müşrikleri doğrudan doğruya
İslam'a girmeye zorlanırlar. İslam'a girmedikleri takdirde 2640 numaralı
hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, "La ilahe illallah" deyinceye
kadar onlarla savaşılır. Cizye vererek kendilerini kurtaramazlar.[bk. Taberi, Câmiü'l-beyân III, 16.]
Ancak bu mesele mezhebler arasında ihtilaflıdır. Biz
bu görüşleri 2612 numaralı hadisin şerhinde açıkladığımızdan tekrara lüzum
görmüyoruz. Müşrikleri bu şekilde İslama girmeye
zorlayarak cihâd etmek aslında hak din olan İslâmın ulviyyetini fiilen isbât eden bir beyyine-i haktır.
Çünkü aklî ve ilmî beyyineleri dinlemeyen kâfir ve
zâlimlerin tecâvüzleri böyle fiili bir beyyine (açık
delil) olmadan önlenemez. Ayrıca küffâra karşı ilân
edilen bu savaş, ikrahın yasak olduğu İslâm ülkesi hâricinde cereyan edeceği
için bunu, "İslam inançlara baskı yapıyor" şeklinde değerlendirmek
yanlış olur. Aslında îslâmın bu baskıyı, insanlığın
tek alternatifi ve kaçınılmaz hayat düzeni olan islâmı
kabul etmeyip, hakkın kabul ve intişarına engel olmaya çalışan ve gücünün
yettiği kadar başkalarının inancına baskı yapmaktan geri durmayan kâfirlere uyguladığını
unutmamak gerekir.[Yazır Muhammed Hamdi, Hak dini Kur'an Dili, II, 864.]
Binaenaleyh İslâmın bu mücadelesi, hakkın kabulüne zorla engel olan
zorbalığa karşı, yapılan bir mücadeledir. Hadis ulemasından Hattabi'nin
açıklamasına göre İslâmiyet gelmeden önce hrıstiyanlığa
veya yahûdîliğe giren kimseler ehli kitaptan
sayılırlarsa da islamiyet geldikten sonra hrıstiyanlığa ya da yahûdîliğe giren bir müşrik ehl-i
kitap sayılamaz, yine müşrik olarak kaldığına hükmedilir. Çünkü İslâmiyet
geldikten sonra hrısti-yanlık ve yahûdîlik
neshedilmiş olduğundan artık hrıstiyanlığa
veya yahu-diliğe girmenin bir hükmü yoktur.
Binâenaleyh, islâmdan önce yahûdîlik veya hrıstiyanlığa giren bir kimse ehl-i
kitaptan sayılacağı için cizye vermeyi kabul ettiği takdirde kendisine kılıç
kaldırılmaz. Kendi dîni üzere kalmasına izin verilir, müslümanlar
tarafından kızları alınabilir ve kestikleri yenilebilir.
Fakat İslamiyyet geldikten sonra hrıstiyanlığı
veya yahûdîliği kabul eden bir müşrik böyle değildir.
Onun yine müşrik olarak kaldığı kabul edilir ve hakkında müşriklik hükümleri
uygulanır. Bazılarına göre de, "dinde zorlama yoktur' ayeti, "Fitne kalmayıncaya ve din tamamen
Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaş.”[Enfâl 39.]
âyetinden sonra inmiş ve bundan sonra hiçbir kimsenin zorla dine
sokulamayacağını açıklamıştır. Fakat kıymetli alimlerimizden Elmalık Muhammed Hamdi Efendinin de açıkladığı gibi müfessirlerden, Süddi; "Fitne kalmayıncaya kadar., onlarla
savaş."[Enfâl 39.] ayet-i kerîmesi, Arap
müşriklerinin tslâmı kabul etmemeleri halinde kılıçtan
geçirmeleri icabettiğini açıklamak için; "Dinde
zorlama yoktur."[Bakarâ 256] âyet-i kerîmesi de cizye veren ehl-i kitabın İslama girmeye zorlanamayaca-ğtnı açıklamak
üzere ve Arap Yarımadasındaki müşrikler tamamen müslü-man olduktan sonra nazil olmuştur." Fakat bu ayetlerin
iniş tarihleri belli olmadığından birinin diğerini nesh
ettiğini söylemek mümkün değildir. "Dinde zorlama yoktur." ayet-i
kerimesini; "savaşarak müşrikleri İslama zorlamak,
İslam'a girmeyen hnstiyanları da vergiye bağlamak
yoktur." şeklinde değilde; "genel olarak islamın daire-i hükmünde zorlama yoktur" şeklinde
anlamak icâbeder. Binâenaleyh harp ve harbî mes'elesi esâs itibariyle bu âyetin hükmünden hâriç
kaldığı gibi, zorlamaya karşı zor kullanma ve suça karşı ceza uygulama da bu
hükmün dışında kalır. Ancak bu ayeti, "Fitne kalmayıncaya kadar ve din
tamamen Allah'ın oluncaya kadar savaşın."[Enfâl
39.] ayetiyle birlikte mütâlâa etmek gerekir. O zaman İslâm'ın daire-i hükmünde
zorlama olmamasının fitnenin bulunmasına bağlı olduğu, fitnenin ortaya
çıkmasıyla gerekli zorlamanın yapılabileceği anlaşılır.[Yazır M.Hamdi, Hak Dîni Kuran Dili, II, 868.]